Bir Kış Günü Öğleden Sonra- Marguerite Duras

”Taburelerine tünemiş, başları öne sarkık, hemen hiç kımıldamadan öylece duruyor, bu durumlarıyla da biraz gülünç görünüyorlardı. Birer bitki gibiydiler sanki, oluşumunu tamamlayamamış, arada kalmış bir takım nesneler, doğar doğmaz can çekişen, ilk soluğunda son soluğunu veren insansı bitkiler. Evet, evet suçsuz ve cezaya çarptırılmış şeyler. Ağaçlar. Suyundan ve toprağından edilmiş, cezalı ağaçlar. Orada gözümüzün önünde, birer insan gibi çürümeye bırakılmış ağaçlar.”

9072326279218 (1)

Quillebeuf, Kuzey Fransa’da Seine Nehri’nin kıyısında yer alan bir eski bir liman bölgesi. Kitabın şiir tadındaki hikâyesi bu limandaki Marine Hotel’in araba vapuruna bakan kahvesinde geçiyor. Bulutlu bir aşkın mağduru Fransız çift sık sık yürüyüşe çıkıp bu otelin kahvesinde sohbet ediyor. Her akşam otelin kahvesinde ve barında rastladıkları İngiliz çiftin konuşmalarından duyabildikleri cümlelerle bir hikâye düşlüyorlar. Kulak misafiri olduklarıyla, kadın ve adamın yüzünde gezinen duygu kırıntılarıyla şekillenen, değişen canlı bir hikâye. Bu melankolik aşk hikayesi İngiltere’nin güneydoğusunda küçük bir adada başlıyor. Adam bir kaptan kadınsa adanın soylu ailelerinden birinin kızı. Fransız çift bu ikiliye hüzünlü bir aşk hikâyesi yakıştırıyor. Kendi ilişkilerinin çıkmazları da paralel bir sorgulamayla kurgunun içinde ikinci bir hikâye olarak yer alıyor. Yanyanayken bile birbirine uzak insanların hikâyesi.

vue-de-l-hotel-restaurant

Dünyanın her yerinde aynı şiirin yazıldığına, bütün dillerin, bütün uygarlıkların ötesinde ulaşılacak bir tek şiir olduğuna inanan insanlardandı.

Ne kadar hassas ne kadar güzel  karakterler yaratmış Marguerite Duras. Aniden şiir yazmaya başlayan, kayıp bir şiirin ardından hüzne boğulan Emily. Ve ona delicesine aşık, şiirlerde kendini arayan kaptan kocası. Kısacık ama etkileyici, yudum yudum şarap gibi içilen bir roman. Normandiya’nın büyüleyici kıyılarında melankolik rüzgârlara kapılıp gidiyorum okurken. Dağların tepesinden ufka bakıyorum. Emily’in şiirine ilham olan, soğuk kış günlerinde öğle sonrası her yeri saran o tılsımlı ışığı arıyorum. Emily’in kayıp şiirini birileri yazmıştır belki, kim bilir? Yıllar sonra sahibine ulaşan mektubu gibi şiir de onun ruhuna dokunmuştur bir şekilde…

 

” Size bunu iletecek sözcükleri unuttum. Biliyordum ama unuttum işte. Ve sizinle burada, bu unutulmuşluk içinde konuşuyorum. Öyle görünmeyebilir ama ben, kendini bütün varlığıyla bir insana, bu insan dünyada üzerine en çok titrediğim insan da olsa, bir insana verebilecek kadın değilim. Kimseye yar olmaz benden. Size bunu anlatmak için seçip bir kenara koyduğum sözcükleri şu anda bulmak isterdim. Bulacağım da galiba. Ne diyordum, biliyor musunuz? İnsan, kendisine her zaman bir yer, durun bakalım, neydi; evet, o. Bir köşe, tamam, bir köşe ayırmayı bilmeli. Yalnız kalmak ve oradan sevmek için kişisel bir köşe. Neyi seveceksin, kimi seveceksin, nasıl, ne kadar? Zaman. Önemi yok bütün bunların. Sevmek için bir yer, durun bakayım, evet, kendinde kendi için bir bekleme köşesi ayırmalı insan bir aşkı, görünürde kimse olmasa da, bir aşkı ve yalnız aşkı beklemek için. Sizin bu bekleyiş olduğunuzu anlatmak istiyordum size. Hayatımın dış yüzü, o hiç görmediğim yüzü sizsiniz artık. Ve bendeki bilinmeyen olarak kalacaksınız ben ölünceye dek. Bana yanıt vermeyin, yalvarırım size.
Beni bir daha görmekten umudunuzu kesin. Emily L.”

Yorum bırakın